Ortaçağda üç mahkum giyotinle idama mahkûm edilir.
Mahkumlardan biri papaz, biri hâkim biri de fizikçidir.
İdam sehpasına ilk çıkan mahkûm papazdır. Papazın başı giyotinin altına yerleştirilir ve sorarlar;
– Son sözün nedir?
Papaz:
– Ben Tanrı’ya inanırım, O beni kurtarır. Tanrım… Tanrım… Tanrım… der.
İdam işlemi başladığında papazın boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşkındır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın! Tanrı demiş ve Tanrı onu korumuştur!
Böylece papaz idam edilmekten kurtulur.
Sıra hâkime gelir, aynı soru ona da yöneltilir;
– Son sözün nedir?
Hakim:
– Ben Tanrı’ya inanmam ama adalete güveniyorum. Adalet… Adalet… Adalet… der.
İdam işlemi başlayıp giyotin indirildiğinde papazda da olduğu gibi hâkimin de boynuna birkaç santim kala giyotin durur.
Bunun üzerine halk tekrar şaşırır ve bağırır;
– Onu serbest bırakın! Adalet demiş ve onu korumuştur!
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur.
Son mahkûm fizikçiye giyotine getirilir. Ona da
– Son sözün nedir? denir.
Fizikçi:
– Ben ne Tanrıya inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim… Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar. Hızla inen giyotin fizikçinin başını bedeninden ayırır.
Sonuç olarak tıpkı bu hikayede de olduğu gibi , Toplumdaki düğümleri görüp bu sorunların çözümünü yani gerçekleri söylemenin de pek çok acı sonuçlar doğurduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Arthur Schopenhauer bu konuda çok da güzel bir söz söylemiş;
Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır.
Arthur Schopenhauer
0 yorum